Haber Editörü:
Teknolojik imkânların olmadığı dönemde minare tamirlerinin nasıl gerçekleştirildiği, Hürriyet tarafından araştırıldı. Araştırma sonucunda, minare tamircilerinin geçmişteki hikayeleri ve fotoğrafları, tozlu arşivlerden gün yüzüne çıktı. Fotoğraflarda, cesur ustaların minarelerin en tepesine kadar tırmanırken çektirdikleri cesur pozlar yer alıyor. Kimisi, bu ustalığın kendilerine babaları ve dedeleri tarafından aktarıldığını belirtiyor. İstanbul’daki Ayasofya ve Sultanahmet camileri ile Edirne ve Bursa’daki tarihi minarelerin tamamı, bu ustaların elinden geçmiş. Tehlikeli ve heyecanlı bir iş olmasından dolayı, dönemin gazete ve dergileri de onlara yakın ilgi göstermiş. 1930 yılında yayınlanan bir haberde, “Yavaş yavaş kaybolan bir sanat” başlığı altında, sadece 6 ustanın bu işi yaptığı belirtilmiş. Ayasofya Camisi’nin depreme karşı hazırlık çalışmaları kapsamında, öncelikli olarak minarelerin restore edileceği bildirildi. Onarım sürecinde son teknoloji kullanılacak olsa da, bir dönemde minareler korkusuz ve oldukça ünlü ustalara emanet edilmişti. Bu ustalardan biri olan Hezarfen Tevfiko, 1935 yılında yapılan bir röportajda kendinden emin bir şekilde konuşuyor: “Oradayken kendimi yerdekinden daha emin hissediyorum; ne otomobil çarpması korkusu var ne de tramvay. Bu mesleği babam Osman Usta’dan kalma, dedem Abdürrahim Efendi de ustaydı.” Kendisi Beylerbeyi Camisi’nin minaresinde tehlikeli bir durum atlattığını da ekliyor. Bir başka usta olan Ordulu Mehmet Nuri de röportajında “Minarenin üstündeyken İstanbul benimdir” diyerek havasını atıyor. 1950’lerde Sultanahmet Camisi’nin minareleri onun işiydi. Saim Usta, güvercin gübresinin risklerini anlatıyor. Zira bu gübrelere basarak ayağının kaydığı ve sonucunda minareden düşerek ölen ustalar olduğunu belirtiyor. Ustalar, sigortacılardan da şikâyetçi. Dediklerine göre, onları sigortalamanın hiçbir sigorta şirketi tarafından kabul görmediğini söylüyorlar.